5.BÖLÜM KAPİTALİZM VE EKONOMİDE YAŞAM MÜCADELESİ
Kapitalizm
terimi, sermayenin egemenliğini öngören, serbest, sınırsız, mutlak kazanca
dayalı ve toplumun bu kriterler içinde kıyasıya bir rekabet içinde olduğu
ekonomik bir sistemi ifade eder. Kapitalizmin üç önemli unsuru vardır:
Bireycilik, rekabet ve kazanç sağlamak. Kapitalizmde bireycilik önemlidir,
çünkü insanlar kendilerini bir toplumun parçası olarak değil, kendi başlarına
ayakta duran ve kendi hayatlarını kazanmaları gereken "bireyler"
olarak görürler. "Kapitalist toplum" ise, bireylerin son derece çetin
ve acımasız koşullarda birbirleriyle rekabet ettikleri bir arenadır. Bu, aynı
Darwin'in tarifini yaptığı, sadece güçlü olanların yaşayabildikleri, güçsüz ve
zayıfların ise ezilerek yok oldukları, acımasız bir rekabetin hüküm sürdüğü bir
arenadır.
Kapitalizmin
temelini oluşturan bu mantığa göre, her birey -bu bir insan da, bir şirket veya
bir ulus da olabilir- yalnızca kendi gelişimi ve çıkarları için savaşmalıdır.
Bu savaşta en önemli kriter üretimdir. En iyi üreticiler ayakta kalır, zayıflar
ve yetersizler elenip yokolurlar. Düzen bu şekilde olunca, kıran kırana
mücadelede elenip yok olanların, yoksulluğa düşerek ezilenlerin
"insan" oldukları göz önünde bulundurulmaz. Dikkate değer görülen
insan değil, ekonomik gelişme ve bu gelişmenin ürünü olan eşyadır. Dolayısıyla
kapitalist zihniyet, ezerek üzerine çıktığı insanın yok olmasına, zorluk içinde
yaşamasına karşı ahlaki ve vicdani bir sorumluluk duymaz. İşte bu,
Darwinizm'in, toplumun ekonomik yönüne eksiksiz bir şekilde uyarlanmış halidir.
Sosyal Darwinizm'in en önde gelen kuramcıları, toplumun her alanında rekabetin körüklenmesi gerektiğini öne sürerek ve zayıf olanlara sağlık alanından ekonomiye kadar hiçbir alanda imkan ve destek sağlanmaması gerektiğini açıklayarak, kapitalizme "felsefi" ve "bilimsel" bir destek hazırlamışlardır. Örneğin Darwinist-kapitalist zihniyetin en önde gelenlerinden Tille'ye göre, fakirliği önlemeye kalkıp "yenik düşmüş sınıflar"a yardım etmek, sözde evrimi sağlayan doğal seleksiyon yasasına set çekmek anlamına geldiği için büyük bir yanlıştır.115
Darwin'in
prensiplerini sosyal yaşama tanıtan ve Sosyal Darwinizm'in başlıca teorisyeni
olan Herbert Spencer'a göre ise, eğer bir insan fakirse bu onun hatasıdır; hiç
kimse bu insana yükselmesi için yardım etmemelidir. Eğer bir insan zenginse,
bunu ahlaksızlıkla elde etmiş olsa bile bu, onun becerisidir. Bu nedenle, fakir
biri ortadan silinirken zengin biri yaşamaya devam eder. İşte bu görüş,
günümüzde toplumların hemen hemen tamamına hakim olan görüştür ve
Darwinist-kapitalist ahlakın bir özeti niteliğindedir.
Bu
ahlakın savunucusu olan Spencer, 1850 yılında Social Statistics (Sosyal İstatistikler) adlı çalışmasını
tamamlamış, devletin sağladığı her türlü yardım sistemine, sağlık koruma
tedbirlerine, devlet okullarına, zorunlu aşı uygulamalarına karşı çıkmıştır.
Çünkü Sosyal Darwinizm'e göre sosyal düzen, güçlünün hayatta kalması
prensibiyle oluşmuştur. Zayıf olanın desteklenerek yaşatılması bu prensibe
aykırıdır. Zenginler daha uygun oldukları için zengindir; bazı uluslar
diğerlerini yönetir, çünkü onlardan daha üstündür; bazı ırklar diğerlerini
boyunduruk altına almıştır, çünkü onlardan daha akıllıdır. Spencer, bu tezinin
insan toplumlarına da uygulanmasını şiddetle savunmuştur: "Eğer yaşamak
için yeterli derecede tamamsalar, yaşarlar ve yaşamaları da iyidir. Eğer
yaşamak için yeterli derecede tamam değillerse, ölürler ve ölmeleri de en
iyisidir." sözleriyle Sosyal Darwinizm'in insanlığa bakışını özetlemiştir.116
Yale
Üniversitesi'nde politika ve sosyal bilimler profesörü olan William Graham
Sumner ise, Sosyal Darwinizm'in Amerika'daki sözcüsüydü. Bir yazısında insan
toplumları hakkındaki düşüncelerini şu sözleri ile özetliyordu:
Herhangi
birini yükseltmek istiyorsak kaldıraça ve bir reaksiyon noktasına ihtiyacımız
var. Toplumda bir insanı yukarı
kaldırmak demek, başkasının üzerine basmak demektir.117
New
York Amerikan Doğal Tarih Müzesi'nin Doğal
Tarih Dergisi'nin üst editörü olan Richard Milner, "William G.
Sumner'ın milyonerlerin toplumda en uygun bireyler olduğunu ve onların imtiyaza
layık olduğunu düşündüğünü" ve "onlar rekabet kabında tabi olarak
seçilmişlerdi" dediğini yazar.118
Bu
açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Sosyal Darwinistler Darwin'in evrim teorisini
kapitalist toplumların "bilimsel" yorumu olarak kullandılar. Bunun
üzerine insanlar arasında, dinin getirdiği yardımlaşma, hayırseverlik,
dayanışma gibi kavramlar geçerliliğini yitirmeye başlarken, bu erdemler yerine
bencillik, kurnazlık, fırsatçılık ön plana çıkartıldı. Sosyal Darwinizm'in en
önemli kuramcılarından biri olan Amerikalı Profesör E. A. Ross'a göre, "Hıristiyanlığın
ortaya attığı toplumsal yardımlaşma ve hayırseverlik kültü, gerizekalıların ve
aptalların üremelerine ve çoğalmalarına yarayan koruyucu bir kalkanın
gelişmesine" neden olmuştur. Yine Ross'a göre, "Devlet, sakatları,
örneğin sağır dilsizleri koruma altına almakta, sonra da bunlar üreyerek sakat
bir ırk oluşturmakta"dır. Tüm bunlara doğal evrimsel gelişmeyi
engelledikleri için karşı çıkan Ross'a göre, "dünyayı cennet yapmanın
yegane yolu, tüm aptalları, beceriksizleri ve sakatları" kendi hallerine
bırakarak, doğal seleksiyon süreci içinde ayıklanmalarını beklemektir.119
Görüldüğü
gibi Darwinizm, dünyadaki bütün kapitalist ekonomik düzenlerin ve bunlara göre
şekillenen siyasi sistemlerin felsefi alt yapısını oluşturmaktadır.
Kapitalist-Darwinist
görüşün en büyük destekçileri ise işte bu nedenledir ki sermaye sahipleri
olmuştur. Artık güçlülerin zayıfların üzerine basarak yükselmeleri, acıma,
yardım ve merhamet duygularından uzak ekonomik politikalar izlemeleri
kınanmayacaktır, çünkü, bu davranışlarının "bilimsel açıklamalara" ve
"doğa kanunlarına" uygun olduğu kabul edilmiştir.
Social Darwinism in American Thought (Amerikan Düşüncesinde
Sosyal Darwinizm) kitabının yazarı Richard Hofstadter'in belirttiğine göre, 19.
yüzyıl demir yollarının büyük patronu Chauncey Depew, New York şehrinde şöhret,
servet ve güç kazananların, üstün yetenek ve adaptasyon ile en uygun olanın
yaşamasını temel edindiğini öne sürmüştür.120 Bir başka demiryolu
baronu James J. Hill, "demiryolu şirketlerinin servetlerinin en uygun
olanın yaşanması kanunu ile belirlendiğini" söylemiştir.121
Amerika'nın
diğer büyük sermaye sahiplerinden Andrew Carnegie ise, otobiyografisinde evrime
olan inancını "evrim gerçeğini buldum" sözleriyle ifade eder.122
Carneige başka bir yerde ise şöyle yazar:
Rekabet kuralı burada; bazen ondan sakınırız;
onun yerini tutacak bir şey bulunamadı; ve bu kural bazen birey için zor
olabilse de, soy için en iyisidir, çünkü her departmanda en uygun olanın yaşamasını garantilemektedir.123
Evrimci
bilim adamı, Kenneth J. Hsu, "Darwin's
Three Mistakes" (Darwin'in Üç Hatası) isimli makalesinde, Amerika'nın
önde gelen kapitalistlerinin Darwinist düşüncelerini şöyle açıklar:
Darwinizm aynı zamanda rekabetçi bireyciliğin ve bunun doğal bir sonucu olarak İngiltere ve Amerika'daki laissez-faire kapitalizminin (salt rekabete dayalı kapitalizmin) savunmasında kulllanılmıştı. Andrew Carnegie "İyi olsun ya da olmasın rekabet kanunu buradadır ve ondan kaçamayız" diye yazmıştı. Rockefeller "Büyük bir işin büyümesi, tamamen en güçlü olanın hayatta kalmasıdır ve doğanın bir kanununun işlemesidir" iddiasında bulunarak bir adım daha ileri gitmişti.124
ABD'de
Rockfeller ve Carneige gibi, büyük kapitalist hanedanlar tarafından kurulan
Rockfeller Kuruluşu ve Carneige Enstitüsü gibi vakıfların evrim araştırmalarına
çok önemli finansal destek vermeleri ise son derece ilgi çekicidir.
Buraya
kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi kapitalizm, insanları sadece parayı ve
para ile gelen gücü kendilerine ilah edinmeye sürüklemiştir. Evrimci telkinleri
benimseyen toplumlar her türlü dini ve ahlaki değeri hiçe sayarak, maddi
iktidarı önemsemeye başlamış, acıma, merhamet ve fedakarlık duygularından
uzaklaşmışlardır.
Günümüz toplumlarının neredeyse tamamına yakınında bu kapitalist ahlak hakimdir. Bu nedenle fakirlere, düşkünlere, sakatlara sadaka verilmez ve bu insanlar korunup kollanmazlar. En ağır ve ölümcül hastalığa yakalansalar dahi onları koruyacak, tedavi ettirecek bir kuruluş veya insani bir yardım bulunmaz. Fakir olan insan bu hastalığı ile ölüme terk edilir. Küçük çocukların acımasızca çalıştırılmaları, birçok ülkede sosyal haklardan mahrum bırakılmaları gibi adaletsiz ve insaniyetsiz uygulamalara yoğun olarak rastlanır.
Bugün
Etiyopya gibi ülkelerin kuraklığa ve açlığa yenik düşmelerinin nedeni de bu
kapitalist ahlakın hakimiyetidir. Birçok ülke yardımları ve destekleri ile bu
aç insanları kurtarabilecekken, bu insanları açlık ve sefalete terk
etmişlerdir.
Kapitalist
toplumun bir başka özelliği de, kendi içinde de eşitsizlikleri barındırmasıdır.
Bu tarz toplumlarda zenginlerle fakirler arasındaki fark giderek açılır,
fakirler fakirleştikçe, zenginlerin zenginlikleri artar. Amerika gibi dünyanın
en gelişmiş ülkesinde dahi milyonlarca evsiz insanın olması ve bu insanların
insanlık dışı koşullarda yaşamaya terk edilmeleri kapitalist ahlakın bir
sonucudur. Amerikan toplumunun bu insanların hepsini korumaya, iş imkanları
sağlamaya elbette ki gücü yeter. Ancak anlayış, fakiri kalkındırmak değil de,
fakiri ezerek yükselmek olduğu için bu insanlara hiçbir çözüm sunulmamaktadır.
İşte bu, Sosyal Darwinistler'in, "yükselmek için üzerine basacak bir
kaldıraça ihtiyaç olduğu" yönündeki iddialarının uygulamasının sonucudur.
Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekir: Zayıfların ve fakirlerin ezildiği, sadece maddiyata önem verildiği, egoistliğin, çıkarcılığın ve sahtekarlığın güçlü ve zengin olmanın tek yolu olarak görüldüğü toplumlar, tarih boyunca hep var olmuşlardır; geçmişte de yalnızca maddeye değer veren ve güzel ahlak özelliklerinden tamamen uzaklaşmış insanlar yaşamıştır. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bu anlayıştaki insanlar öncekilerden daha farklı bir sürece girmiştir. Son 150 yıldır bu acımasız yapıya sahip insanlar ve toplumlar, artık diğerleri gibi kınanıp yerilmemeye başlamışlardır. Çünkü yaptıkları haksızlıklara, adaletsizliklere, duyarsızlıklara, acımasızlıklara sahte bir bilimsel maske takmışlardır. Bu davranışları artık, doğanın bir kanunu olarak kabul edilmeye başlamıştır. İşte bu noktada Darwinizm, ahlaksızlıklara ve acımasızlıklara bir anda meşruiyet sağlayan batıl bir din haline gelmiştir.
Robert
E. D. Clark, bu durumu şöyle açıklar:
Kısaca
evrim kötü şeyler yapanlara kendi vicdanıyla bir soluk verdi. Rakiplere karşı
yapılması gereken zalimlikler artık savunulabiliyordu; şeytan iyi olarak
adlandırılabilirdi.125
H.
Enoch ise şöyle der:
Sürekli
uygulanan Darwinizm iyiliği, yaşama değerleri ile ölçer. Bu, olabilirliğin
doğru olduğu ve en uygun olanların yaşadığı bir orman kanunudur. Kurnazlık ya
da acımasızlık, korkaklık veya hilekarlık bireyin yaşamasına olanak sağlayan ne
olursa olsun bu, birey ve toplum için iyi ve doğrudur.126
Görüldüğü
gibi, dünyaya özellikle son 150 yıldır sıkıntı, zorluk, acı, fakirlik,
umutsuzluk getiren bütün insanların, tüm sistemlerin ve ideolojilerin ardında
dinsizlik ve dinsizliği körükleyen Darwinizm vardır. Dinsizliğin getireceği
bencil ve acımasız ortamda kendi çıkarlarını koruyabileceklerini zannedenler,
Darwinizm'i kendileri için bir kurtarıcı olarak görmüşlerdir. Darwinizm'in
"güçlülerin yaşayarak zayıfların yok oldukları" tezini ise
kendilerine bir hayat felsefesi olarak benimsemişlerdir.
Tüm
insanlığa büyük bir tuzak kurduklarını zanneden bu insanlar, farkında
değildirler ancak asıl tuzağı kendi kendilerine kurmuşlardır. Çünkü istedikleri
kadar yaşam mücadelesinde bulunup ayakta kalmaya çalışsalar da, gerek
kendilerinin, gerekse bütün dünyanın, sahip olmaya çalıştıkları herşeyin,
bağlandıkları önderlerinin, ideologların, inandıkları izmlerinin aslında tek
bir hakimi, tek bir sahibi ve tek bir Efendisi vardır. Tek hakim ve güç sahibi
olan Yüce Rabbimiz Allah'tır. Bu dünyada insanlara verilen geçici güç ve
imkanlar ise, onların mücadele ederek, insanları ezerek, "kendi
bileklerinin hakkıyla", acımasızca kazandıkları şeyler değildir. Onlar her
ne kadar kendilerini zayıfların elendiği güçlülerin ise kazandığı bir mücadele
arenasında zannetseler de, aslında her insan, Allah'ın kendisi için yarattığı
imtihanı yaşar. Kendi kazandığını zannettiği zenginlik, güç ve iktidar ise,
Allah'ın insanı denemek için ona verdikleridir. Allah, insanları dünyada
verdiği imkanlarla denediğini bir ayetinde şöyle bildirir:
Şüphesiz
Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha
güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye. (Kehf Suresi, 7)
Sahip
olduklarını "yaşam mücadelesi"nin sonucu olarak kazandığını
zannedenler, ahirette gerçeklerle yüz yüze geldiklerinde nasıl boş bir
düşüncenin peşinden gittiklerini görerek, büyük bir pişmanlık ve telafisi
olmayan, yüreklerini parçalayan bir sıkıntı duyacaklardır:
Cennet
halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimiz'in vadettiğini
gerçek buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra
içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti
zalimlerin üzerine olsun." "Ki onlar Allah'ın yolundan alıkoyanlar,
onda çarpıklık arayanlar ve ahireti tanımayanlardır." (Araf Suresi, 44-45)
"Burcun
üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım)
adamlara seslenerek derler ki: "Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne
büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı." (Araf
Suresi, 48)
Darwinist-kapitalist
düşüncenin etkisine girmemiş, dünyada bulunuş amaçlarını ve Allah'ın varlığını
unutmamış olan insanlar ise, diğer insanları da Allah'ın yarattığı varlıklar
olarak görürler. Allah'ın kendilerine emrettiği gibi diğer insanlara daima
güzellikle davranır; şefkat, merhamet duyar, hoşgörü gösterir, onların
üzerindeki zorlukları, sıkıntıları gidermek için ellerinden gelenin en
fazlasını yaparlar. İnsanlara daima sözün en güzelini söyler, aç olanı doyurur,
yetime bakar, hastaya, sakata yardım eder, onları koruyup kollarlar. İşte böyle
insanlar Kuran'da bildirilen takva sahipleridir ve Allah Katında en üstün
olanlar onlardır; zenginliklerine, ırklarına, renklerine, sınıflarına,
ideolojilerine, felsefelerine bakılmaksızın…
Yorumlar
Yorum Gönder