6.BÖLÜM DARWİNİZM’İN GETİRDİĞİ AHLAKİ ÇÖKÜNTÜ
Darwinizm'in
insanlığa getirdiği en büyük bela hiç kuşkusuz, insanları dinden
uzaklaştırmasıdır. Din ahlakından uzaklaşmış toplumlarda ise, kısa sürede
şiddetli bir ahlaki ve manevi yıkım oluşur. Günümüz toplumlarında da bunun pek
çok örneği yaşanmaktadır.
Bu
noktada bazı kimseler, insanların dinsizliklerinden Darwinizm'in sorumlu
tutulamayacağını, çünkü dinsiz bir hayat yaşayan insanların büyük bir bölümünün
Darwinizm'in iddialarından habersiz olduğunu söyleyecektir. Bu itirazın ikinci
kısmı doğrudur da. Günümüzde Darwinizm'i bilinçli olarak savunan insanların
sayısı kısıtlıdır. Ancak bu kısıtlı azınlık toplumun fikrine hemen her alanda
yön veren kişilerdir. Toplum üzerinde oluşturdukları etki sayısız insana
ulaşmaktadır. Kendi dünya görüşlerini büyük bir kitleye telkin etme imkanları
vardır. Sözgelimi, en ünlü üniversitelerin profesörleri, ünlü sinema
yönetmenlerinin büyük bir bölümü, dünyaca ünlü yayınevleri, gazete ve dergilerin
editörleri ağırlıklı olarak evrimcidirler ve doğal olarak ateisttirler.
Dolayısıyla bunların hitap ettikleri kitleler de, onların telkinlerini almakta,
onların evrimci ve din karşıtı düşüncelerini benimsemektedirler. Sonuç olarak
da ortaya bu sapkın fikirlerin yaygın olarak kabul gördüğü toplumlar
çıkmaktadır.
Tanınmış
evrimcilerinden olan Harvard Üniversitesi'nden biyolog Ernst Mayr evrim
teorisinin toplum hayatındaki yeri için şöyle der:
Darwin'den
beri herkes insanların maymundan geldiği ile hemfikir... Evrim insanların
düşüncelerini her yönden etkiliyor: Felsefesini, metafiziğini, ahlakını...127
Darwinistler'in
sosyal yaşamdaki bu geniş çaplı hakimiyeti, insanlar üzerinde adeta çok güçlü
bir "hipnoz" oluşturmaktadır. Özellikle herhangi bir dünya görüşüne,
hatta yüzeysel bir bakış açısına dahi sahip olamayacak kadar tecrübesiz olan
genç jenerasyonun büyük bir bölümü, bu tarz telkinlere kolayca
kapılabilmektedir. Okudukları dergiler, seyrettikleri filmler, izledikleri
tiyatrolar veya müzik klipleri, dinledikleri müzik ve en önemlisi okulda
aldıkları eğitim aracılığı ile bu insanları istenilen düşünce yapısına getirmek
son derece kolay olmaktadır. Zaten insanların evrim teorisini, bütün
aldatmacalarına ve bilimsellikten uzak yapısına rağmen 150 yıldır gerçek
zannetmelerinin nedeni de bu telkinlerdir.
Dikkat
edilirse günümüzde dinsizlik hemen hiçbir zaman açıkça propaganda edilmez,
kimse kimseye aleni olarak dinsiz olmasını telkin etmez. Ancak bunun için ilk
bakışta sezilmeyen sinsi yöntemler kullanılır. Dinle, dini konular ile veya
dindarlığı ile tanınan insanlarla alay edilmesi, şarkı sözlerinde, romanlarda,
filmlerde, gazete başlıklarında, fıkralarda Allah'a, kadere ve dine isyan
anlamına gelen sözler kullanılması, bu sinsi yöntemlerden sadece birkaçıdır.
Darwinizm'in
konuları ise, dinsizlik propagandasının en sık kullanılan malzemeleridir. En
ilgisiz konularda dahi, insanın atalarının maymunlarla ortak olduğu yalanı sık
sık vurgulanır. İnsan psikolojisinin tahlilinde bile evrim teorisinin iddiaları
satır aralarında telkin edilir. Böylece, sorulduğunda Allah'a ve dine
inandığını söylese bile, aslında dini, ahireti, ahlaki sorumlulukları hafife
alan, düşünmeyen, Allah'tan korkmayan ve gerçekte de O'na inanmayan insan
toplulukları oluşur. Allah korkusuna ve imana sahip olmayan insanlar ise,
hiçbir konuda sınır tanımaz ve ataları olduğunu zannettikleri hayvanlara benzer
bir hayat yaşamaya başlarlar.
Örneğin
Allah'tan korkup sakınmayan insanların iffetlerini korumaları beklenemez; çünkü
bunun için riayet etmeleri gereken bir sınır olmadığını düşünürler. Diğer
insanların gözünden saklandıkları sürece her türlü ahlaksızlığı yapmaya açık
hale gelirler. Nitekim günümüzde özellikle gençler arasında ve toplumun belirli
kesimlerinde, giderek sınırı daha da aşan, ahlaki değerleri, Allah'ın
hükümlerini hiçe sayan bir anlayışın yaygınlaşması, insanların Darwinizm gibi
telkinler sonucu dinden uzaklaşmalarının bir sonucudur. Kendilerini başıboş
bırakılmış gören ve kimseye hesap vermeyeceklerini zanneden insanlar, her geçen
gün daha da taşkın bir yapı göstermektedirler. Dikkatlice bakılacak olursa,
cinayetin, fuhuşun, dolandırıcılığın, sahtekarlığın her türlüsü, rüşvet almak,
rüşvet vermek, yalan söylemek; kısacası bilinen tüm ahlaksızca davranışların
temelinde dinsizlik olduğu görülür. Bu dinsizliğin yayılma yöntemlerinin en
etkilisi ise, Darwinizm'in "başıboş, tesadüfler sonucu oluşmuş insan"
yalanının topluma şiddetle telkin edilmesidir.
The Lie: Evolution (Yalan: Evrim) isimli
kitabın yazarı Ken Ham, Darwinizm'in sebep olduğu dinsizliği konu edinerek
şöyle demektedir:
Eğer
Allah'ı inkar eder ve onun yerine şans ve rastlantılarla dolu olan başka bir
inanç koyarsanız, yanlış ve doğru için bir temel kalmaz. Kurallar, siz nasıl
yapmak isterseniz öyle olur. Mutlaklık yoktur, tutulması gereken prensipler
yoktur. İnsanlar kendi kurallarını yazarlar.128
Tanınmış
evrimci Theodious Dobzhansky ise, Darwinizm'in temel olan "doğal
seleksiyon" düşüncesinin ahlaki yönden dejenere bir toplum oluşturduğunu
şöyle kabul eder :
Doğal
Seleksiyon egoizmi, zevk düşkünlüğünü, cesaret yerine korkaklığı, sahtekarlığı
ve istismarı tercih eder. Toplum etiği ise "doğal" tavırları yasaklar
ve bunların aksi olan nezaket, cömertlik ve hatta diğerlerinin, toplumun,
milletin ve nihayet tüm insanlığın iyiliği için kendini feda etmek gibi
özellikleri yüceltir. 129
R.
Clark ve J. Bales ise Why Scientists
Accept Evolution? (Bilim adamları Neden Evrimi Kabul Ediyorlar?) isimli
kitaplarında şöyle yazarlar:
Darwinizm
açgözlülüğe ve bencil tutkulara bilimsel onayla insanların daha da
vahşileşmesine yardımcı oluyor.130
Günümüzde
çevremize şöyle bir bakarsak, Darwinist ahlakın neden olduğu derin ve son
derece önemli tahribatların izlerini hemen görebiliriz. İnsanların
birbirlerinden kopuk, yardımlaşma, fedakarlık, saygı ve sevgi bağları olmadan
yaşamalarının, ilerlemenin, gelişmenin, uygarlaşmanın bir sonucu olduğu
toplumlara empoze edilmektedir. Daha fazla üretim ve gelişme için böyle bir
sonuca katlanılması gerektiği telkini sık sık verilmektedir. Oysa bu, gelişmenin
ve uygarlığın değil, insanların kendilerini "hayvan statüsü"ne
getirmelerinin bir sonucudur.
Gerçekte
ise, insan bir hayvan türü değildir ve hiçbir hayvandan türememiştir. İnsan,
Allah'ın akıl, bilinç, vicdan ve ruh sahibi olarak yarattığı, tüm diğer canlılardan
bu özellikleri ile tamamen ayrılan bir varlıktır. Ancak Darwinist-materyalist
ahlakın büyüsü altındaki insanlar bu özelliklerini unuturlar ve çoğu zaman
hayvanlarda dahi görülmeyecek küçüklüklere, ahlaksızlıklara, vicdansızlıklara
ve şuursuzluklara tenezzül ederler. Sonra da "bizim soyumuz zaten hayvan,
bunlar da onlardan kalan genetik miras" diyerek, kendi iradesizliklerine
ve şuursuzluklarına sözde bilimsel bir zemin hazırlarlar.
Birçok
Darwinist davranış bilimci, bu mantıktan yola çıkarak, insanların suça eğilim
göstermelerinin nedeninin, hayvan olan atalarından kendilerine kalan bir miras
olduğunu iddia etmektedir. Tanınmış bir evrimci olan Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin (Darwin'den Bu Yana)
isimli kitabında ilk olarak İtalyan fizikçi Lombroso tarafından öne sürülen bu
iddiayı şöyle aktarır:
Suçluluğa
ilişkin biyolojik kuramlar pek yeni sayılmazdı, ama Cesare Lombroso (İtalyan
bir hekim) bu tartışmaya yepyeni, evrimsel bir yön verdi. Doğuştan suçlular
sadece zihinsel dengesi bozuk ya da hasta değillerdi; daha önceki bir evrimsel
aşamaya geri düşmüş, sözcüğün tam anlamıyla soya çekmişlerdi. İlkel ve maymunsu
atalarımızın kalıtsal özellikleri genetik repertuarımızda korunur. Bazı
bireyler normalden çok fazla atasal özelliğe sahip olarak doğar. Davranışları
geçmişin bazı yabanıl toplumları için uygun olsa bile, bugün bu davranışlara
suç diyoruz. Doğuştan suçluya acıyabiliriz çünkü kendine hakim olamaz…131
Yani
Darwinistler'in iddialarına göre, bir insanın diğerini öldürmesi, ona acı
çektirmesi, hırsızlık yapması, kavga çıkarması, ona, sözde hayvan atalarından
genetik olarak aktarılmış bir mirastır. Dolayısıyla bu iddiaya göre, işlediği
suçlar o insana ait değildir ve mazur görülmelidir.
Bu
iddialardan da anlaşıldığı gibi, Darwinist düşünce, insanın sahip olduğu
vicdanı, iradeyi, karar verme, muhakeme etme yeteneklerini tamamen hiçe sayar
ve insanı, aynı hayvanlar gibi içgüdüleri ile hareket eden, akılsız bir canlı
olarak kabul eder. Bu anlayışa göre vahşi bir aslan nasıl içindeki saldırganlığı
dizginleyemez, öfkesini yenerek, affederek, sabır göstererek erdemli bir tavır
gösteremezse, insan da aynı şekilde davranmaktadır. Bu tür zihniyete sahip
insanların barındığı bir toplumun huzursuz, güvensiz, kargaşa, kavga, çatışma
içinde olacağı aşikardır.
Darwinizm'in
İnsanlara Sunduğu Amaçsız ve Karamsar Yaşam Modeli
Darwinistler'e
ve materyalistlere göre tüm evren, insanlar da dahil olmak üzere kaosun ve
rastlantıların eseridir. Bu anlayışın toplumlara telkin edilmesiyle, başıboş
olduğunu zanneden, sorumsuz insanlar oluşur.
Amacı
olmayan bir insan ise düşünmez, kendisini geliştirmeyi hedef edinmez;
umursuzdur, alaycıdır, vurdumduymazdır, hiçbir şeyden etkilenmez, vicdanını
kullanmaz, hiçbir sınır ve kural tanımaz. Sahip olduğu hiçbir erdem ve güzellik
olmaz. O da kendi sapkın anlayışına göre, kendisi gibi gelişmiş bir hayvan olan
diğer varlıkların yaptığı şekilde bu dünyada besinini bulabilmeli,
üreyebilmeli, bazı ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, mümkün olduğunca zevk ve
eğlencesine bakarak, ölümü beklemelidir. Bu hayvanlar aleminin yaşantısının
insana uyarlanmış bir versiyonudur. Dikkat edilirse her ne kadar insanların
büyük bir bölümü Darwinizm'in detaylarını bilmese de, Darwinistler'in insanlar
için öngördükleri bu hayatı yaşamaktadırlar.
Bu
insanlar bir yandan da amaçsız ve yokolup gidecek bir hayatı yaşıyor olmaktan
dolayı müthiş bir karamsarlığa ve ümitsizliğe kapılırlar. Ölümle birlikte
herşeyin yok olup hiçlik olacağını düşünmek bu insanların içlerine
kapanmalarına, mutsuz olmalarına neden olur. İntiharların, psikolojik
sorunların, depresyonların ardında yatan nedenlerden biri de Darwinist büyünün
insanların psikolojileri üzerindeki bu olumsuz etkileridir.
Bunun
bir örneğini, günümüzün en koyu evrim savunucularından Richard Dawkins
açıklamaktadır. Dawkins, insanların bir gen makinası olduklarını ve
varoluşlarının tek amacının bu genleri bir sonraki nesle aktarmak olduğunu
iddia eder. Dawkins'in bu sapkın fikirlerine göre ne evrenin ne de insanın
varoluşunun başka bir amacı yoktur. Tüm evren ve insanlar rastlantıların ve
kaosun ürünüdürler. Böyle bir iddiaya kanan insanlar ise, kolaylıkla
ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılabilmektedirler. Hayatının tek amacının
genlerini aktarmak olduğuna inanan, ölümle birlikte herşeyin yokolup
gideceğini, dünyada yaptıklarının hiçbir anlamı olmadığını, dostlukların,
sevginin, iyiliklerin, güzelliklerin geçici olacağını zanneden bir insan
yaşamın amaçsız ve gereksiz olduğunu düşünecek ve hiçbir şeyden zevk
alamayacaktır. Nitekim Dawkins, Unweaving
The Rainbow (Gökkuşağını Çözmek) isimli kitabının önsözünde, insan
hayatının amacına dair iddiasının insanlar üzerinde oluşturduğu olumsuz ve
karamsar tesiri şöyle itiraf eder:
İlk
kitabımın yayımcısı, kitabı okuduktan sonra, verdiği soğuk ve kasvetli mesajdan çok bunaldığını ve üç gece boyunca uyuyamadığını itiraf
etti. Bazıları da bana sabahları uyanmaya nasıl katlanabildiğimi soruyor. Uzak
bir ülkeden bir öğretmen ise bana sitem dolu bir mektup gönderdi. Mektubunda,
aynı kitabı okuyan bir öğrencisinin kendisine gözyaşları içinde geldiğini ve hayatın boş ve amaçsız olduğu düşüncesinin
onu olumsuz yönde etkilediğini yazıyordu. Öğretmen, diğerlerinin de aynı
"hiçlik karamsarlığı"ndan
etkilenmemeleri için, öğrencisine kitabı başkalarına göstermemesini tavsiye
etmiş.
Bu
tür suçlamalar yaygındır ancak bilim adamları bunların üstesinden kolaylıkla
gelirler. Meslektaşım Peter Atkins, The Second Law (1984) isimli kitabına şöyle
başlar:
"Biz
kaosun çocuklarıyız ve değişimin temel yapısı bozulmaya doğru gider. Temelde bozulma ve kaos vardır. Amaç
yoktur, yön vardır. Evrenin derinliklerine indikçe kabullenmek zorunda olduğumuz kasvetle karşılaşırız."132
Hayatın
bir hiçlik olduğunu öne sürerek hayata karamsar bir bakış açısı getiren bir
başka Darwinist ise, üstün ırk tezleriyle Hitler'e felsefi açıdan destek
sağlayan Alman felsefeci Nietzsche'dir. Nietzsche'nin öne sürdüğü ve nihilizm
yani "hiçlik" olarak bilinen düşünce kısaca şöyledir: İnsanın bir
yaşama amacı olmalıdır. Ancak Allah'ın varlığını inkar eden Nietzsche'ye göre
bu amaç, Allah'ın insanı yaratmış olmasıyla ilgili değildir. Dolayısıyla
Nietzche'nin felsefesinde insan hep amacını arar ancak bulamaz ve bunun
doğurduğu karamsarlığı, ümitsizliği yaşar. İnsanın varoluş amacını araştırması
doğru olandır. Ancak eğer insan, Nietzsche'de olduğu gibi, asıl amacını kesin
olarak reddederek, gerçek dışında bir amaç aramaya kalkarsa, elbette ki bunu
bulamayacaktır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Nietzsche delirerek ölmüştür.
Allah'ın
kendilerini bir amaç için yarattığını unutan toplumlar, ahlaki ve manevi
çöküntüye uğramaları kaçınılmazdır. Zenginlik, refah, ekonomik kalkınma ise bu
insanlara hiçbir şekilde huzur ve güvenlik getirmez. Temiz akılla düşünmeyen,
vicdanının emirlerine uymayan, kendisini başıboş ve amaçsız bir varlık olarak gören
insanları dünyada mutsuzluğa, ümitsizliğe, karamsarlığa kaptıran çok sayıda
sebep vardır. Bunların baında gelenlerden biri de ölümle birlikte yok olup
gideceklerini zanneden bu insanların, öldükten sonra karşılaşacakları asıl
hayatı görünce duyacakları pişmanlıktır.
Oysa,
Allah'a ve ahiretin varlığına inanan bir insan, ne kadar önemli bir sonuç için
yaşadığının bilincindedir. Daima Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmanın
ümidini ve sevincini taşır. Her olayda Allah'a tevekkül eder; dolayısıyla
hiçbir zaman ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmaz.
Yorumlar
Yorum Gönder